Anasayfa / DERNEK-VAKIF / VAKIF KÜLTÜRÜMÜZ VE TARİHTE VAKIFLAR Abdullah ÇAVUŞ/Vergi Müfettişi

VAKIF KÜLTÜRÜMÜZ VE TARİHTE VAKIFLAR Abdullah ÇAVUŞ/Vergi Müfettişi

VAKIF KÜLTÜRÜMÜZ VE TARİHTE VAKIFLAR

Abdullah ÇAVUŞ/Vergi Müfettişi

Türk Medeni Kanunu’na göre VAKIF; gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli bir amaca özgülemeleri ile oluşan tüzel kişiliğe sahip mal topluluklarıdır.

Arapça bir sözcük olan ‘vakf’; sözlük anlamı ile durdurma, hareketten alıkoyma, hareketsiz bırakma manalarına gelir. Ayrıca “tamamen verme, büsbütün verme” anlamını da içerir.

İktisadi anlamda vakıf; kişisel çalışma ve gayretle elde edilen imkânların ve mal varlığının gönül rızasıyla paylaşılmasını öngören hukuki bir sistemdir.

1-Tarihte Vakıflar

Vakıf, tarih boyunca süregelmiş yardımlaşma ve dayanışma duygusunun kurumsallaşmış halidir. O halde vakıf tüm insanlığın mutluluğunu amaçlayan bir sistemler bütünüdür.

Vakıf sistemi, tarihsel süreç içerisinde topluma, zamana ve mekâna bağlı olarak değişiklik göstermiş; çeşitli toplumlarda farklı şekillerde uygulanmıştır.

Vakıf kültürünün başlangıç tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, Babil ve Sümerler’de vakfı andıran bir takım izlere rastlanmıştır. Yine Boğazköy kazılarında ele geçen tabletlerde,  M.Ö. 1290-1280 yıllarında Hitit Kralı Hattuşili tarafından düzenlenmiş bir belge vakfı çağrıştırmaktadır.

Eski Yunan’da farklı bir uygulama mevcut olup, vakfa benzer bazı kurumlardan bahsedilmektedir. Roma ve Bizans’ta da vakıf kurumunun bir ölçüde gelişmiş olduğunu görmekteyiz.

Türklerin de, İslamiyet’i kabul etmeden önce Gök Tengri inançlarına uygun vakıflar oluşturdukları anlaşılmaktadır.  Toplumun tüm kesimlerine refahın yayılmasını amaçlayan vakıf kurumlarının kökeni, Türklerde Uygurlara kadar gitmektedir.

Çin vakayinamelerinde, Uygur Ülkesinde fakirlik olmadığı ;bir kişinin maddi sıkıntı içine düştüğü takdirde toplumun ona yardım ederek muhtaç durumdan kurtardığı kaydedilmektedir.

Doğu Türkistan’ın Turfan Bölgesi’nde yapılan araştırmalarda, Uygur Budist mabedlerinin duvarlarında hayır yapan vakıfçıların portrelerinin resmedildiği, yanlarına da bu kişilerin adlarının yazılmış olduğu görülmüştür. Asya’da yerleşik bulunan Uygurlar, İslâmiyet’i ancak 15. asırda kabul etmişlerdir. Bu bulgu; Türk kavimlerinde vakıf fikrinin, İslâmiyet’ten önce doğmuş olduğunun fakat olgunlaşmadığının göstergesi olarak kabul edilmektedir.

2- İslam Tarihinde Vakıf

Kur’ân-ı Kerîm’de vakıf kavramını ve kurumunu doğrudan çağrıştıracak bir ifade yer almamakla birlikte Allah yolunda harcama yapmayı, fakir, muhtaç ve kimsesizlere infak ve tasaddukta bulunmayı, iyilik yapmada ve takvâda yardımlaşmayı, hayır ve yararlı işlere yönelmeyi öğütleyen birçok âyet müslüman toplumlarda vakıf anlayış ve uygulamasının temelini oluşturmuştur.

Bunların içinden özellikle, “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça gerçek iyiliğe ulaşamazsınız” âyeti (Âl-i İmrân 3/92) ve mescidlerin Allah’a ait olduğunun, Allah’ın mescidlerini ancak birtakım niteliklere sahip kimselerin imar edebileceğinin bildirilmesi (et-Tevbe 9/18-19; el-Cin 72/18) bazı âlimlerce vakıfla daha sıkı biçimde ilişkilendirilmiştir. Hz. Peygamber’in ve ashabın söz ve uygulamalarında vakıf kavramı ve kurumu için başlangıç ve dayanak teşkil eden birçok örnek vardır.

İslâm medeniyetinde vakıf, bir malı insanların yararına olmak üzere Allah yoluna adamaktır. “Allah rızası” ve “hayırda evrensellik”; İslâmiyet’in klasik vakıf anlayışına kazandırdığı en önemli kavramlardır. İlahi hoşnutluk temelinde hizmet anlayışı ile; din, mezhep, cinsiyet, ırk veya etnik köken söz konusu edilmeksizin toplumun bütün kesimlerini kapsayacak bir vakıf kültürü geliştirilmiştir. “İnsana hizmet” odaklı bu kültürde, insan kadar hayvan ve doğa da vakfın konusu ve objesi haline getirilmiştir.

İslâm tarihinde vakıf kuran ilk kişi Hz. Peygamber (Hz. Muhammed) (S.A.V.)’dir. Hz. Peygamber, bir taraftan ashabını vakıf yapmaya teşvik ederken, bir yandan da bizzat kendisi vakıf yaparak Müslümanlara bu konuda da örnek olmuştur. Hz. Muhammed (S.A.V.), Fedek ve Hayber’deki arazilerini sağlığında fakirler yararına vakfetmiştir.

Hz. Peygamber, Hz. Ömer’in vakfetmek istediği hurmalık için; “Bu hurmalığın aslını (rakabesini) vakfet! Artık o hibe edilemez, miras bırakılamaz, yalnız onun mahsulü infak edilir, yedirilir” diyerek, vakfın çerçevesini çizmiştir. Hz. Ömer Hayber’deki hurma bahçelerini, Hz. Osman da satın aldığı Medine’deki Rûme Kuyusu’nu vakfetmiştir. Dört halifenin dışında sahabe tarafından da tesis edilen vakıflar artarak devam etmiştir.

İslam devletleri içinde ilk vakıf, Emevi Halifesi Velid Bin Abdülmelik’in, 88/707 tarihinde Şam’da yaptırdığı ve halen ayakta olan Ümeyye Camii’dir. Gerek bakım onarımı, gerekse burada yürütülecek dini hizmetler ve eğitim-öğretim faaliyetlerinin masraflarını karşılamak için birçok köy ve arazi vakfetmiştir. 786 tarihinde I. Abdurrahman tarafından inşa edilen Kurtuba Ulucamii ve Tuleytula’da inşa edilen Babu Merdum Camii, dönemin en önemli vakıf eserleri arasındadır. Ayrıca Endülüs’te çok sayıda vakıf kütüphane de kurulmuştur.

‘Sevdiğiniz şeylerden sarf etmedikçe (sadaka vermedikçe) iyiliğe erişemezsiniz. Her ne harcarsanız şüphesiz Allah onu bilir.’ (Âl-i İmran, 92)

‘İnsan vefat edince üç şey hariç dünyadaki ameliyle ilişkisi kesilir. Ancak şu üç şey dolayısıyla amel defterine sürekli hayır yazılır. Bunlar; sadaka-i cariye (okul, hastane, cami, yol vb.), kendisinden istifade edilen bir ilim ve kendisine dua eden salih bir evlattır.’(Hadis-i Şerif)

3- Selçuklu Döneminde Vakıflar

Büyük Selçuklular Dönemi’nde vakıf müessesesi devletin yönetim anlayışına uygun olarak kat kat büyüdü. Tuğrul Bey’den itibaren İslâm dünyasının değişik yerlerini cami, medrese, kütüphâne, hastane, imaret, zâviye ve kervansaraylarla dolduran Selçuklular; buralara büyük vakıf gelirleri bağladılar. Hatta bir bilim yuvası olarak medreselerin devlet eliyle teşkilatlanması, ilim tahsilinin ücretsiz olması ve bunun İslâm dünyasına yayılması Selçuklular sayesinde oldu.

Büyük Selçuklular’ın bu uygulamasını Anadolu Selçukluları ile diğer Anadolu beylikleri de aynen sürdürdü. Onlar da inşa ettikleri çok sayıda müesseselere zengin vakıf kaynakları tahsis ettiler.

Anadolu’daki sosyal, iktisadî ve her türlü hayrî yatırımlar büyük ölçüde vakıflar marifetiyle yapılmıştır.

Selçuklu veziri Nizâmülmülk tarafından kurulan Nizâmiye Medreseleri’nin zengin vakıflara sahip olduğu biliniyor. Nizâmiye Medreseleri ile aynı dönemde Karahanlı Hükümdarı Tamgaç Buğra Kara Han tarafından bir medrese ve bir darüşşifâ kurularak, bunların giderlerini karşılamak üzere zengin vakıflar oluşturulmuştu.

Bugünkü hastanelerle benzer fonksiyonlar gören darüşşifâlar bir vakıf kurumu olarak, her kesimden halkın sağlığıyla ilgileniyor ve hoca-talebe geleneğine göre tıp eğitimi veriyordu.

Selçuklular Dönemi’nde inşa edilen birçok hastane binası Osmanlılar zamanında da faaliyetlerine devam etmiş, Selçuklu hastane ve tıp geleneği Osmanlıları da etkilemişti. Eyyübîler, Harezmşahlar ve Memlükler döneminde de gelişmesini sürdüren vakıflar, Moğollar’ın istilasıyla türlü sıkıntılara maruz kalmıştır. İslâmiyet’i kabul eden Moğol Hükümdarları tarafından desteklenerek zamanla yeniden yükselişe geçmiştir. Moğollar’dan sonra kurulan Celâyirler, Umurlular, Akkoyunlular, Safevîler, Orta Asya ve Ön Asya’da vakıf sisteminin yayılmasına önemli katkıda bulunmuşlardır.

4- Osmanlı Döneminde Vakıflar

Vakıflar, tarihte altın çağını Osmanlı ile yaşamıştır. Öyle ki; Osmanlı İmparatorluğu “Vakıf Cenneti” ya da “Vakıf Devleti” olarak tanımlanmıştır.

Vakıfların Anadolu’da hızla yaygınlaşıp önemli hale gelmesinde “sadaka, infak ve hayırda yarışma” ya teşvik edici mahiyetteki ayetlerin yanı sıra şu hadis-i şerifler etkili olmuştur.

Âdemoğlu vefat edince ameli kesilir; ancak üç husus müstesna: Sadaka-i cariye, faydalı ilim ve kendine dua eden hayırlı evlat”

“İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır. Malın en hayırlısı Allah yolunda harcanandır. Vakfın en hayırlısı da insanların en çok duydukları ihtiyacı karşılayandır.”

Vakıflar kanalıyla, toplumsal servetin önemli bir bölümü, hukuken bir daha geri dönmesi mümkün olmayacak şekilde toplumun en zengin tabakalarından en alt tabakalarına ulaşacak şekilde; bir başka deyişle özel mülkiyete konu olmaktan çıkartılarak toplumsal mülkiyet kategorisine aktarılmıştır.

Üstelik bu aktarımın, açık bir zorlama olmaksızın, gönüllü bir şekilde yapıldığı düşünüldüğünde, vakıf konusundaki şuurun ve duyarlılığın Osmanlı döneminde bütün medeniyetleri geride bırakan bir çıtaya ulaştığı görülebilir.

Bundan dolayıdır ki Osmanlı medeniyeti, “vakıf medeniyeti” olarak nitelendirilmiştir.

Evliya Çelebi, XVII. yüzyıldaki Osmanlı vakıf eserler hakkında, “..ben elli yılda 18 padişahlık ve krallık yere seyahat ettim, hiçbir yerde bu kadar hayrat görmedim” diye yazacaktır.

Osmanlı sosyo-ekonomik ve kültürel hayatının neredeyse tamamını kuşatabilecek şekilde konumlanan vakıf sistemi, günümüzde de dünyanın dört bir yanında hâlâ hayatın vazgeçilmez sosyal ve siyaset kurumları arasında olduğu inkâr edilemez bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.

Türk-İslâm medeniyetinde Karahanlılar ile başlayan vakıf müessesesi, Osmanlılar Dönemi’nin sonuna kadar sürekli gelişerek varlığını sürdürmüştür. Osmanlı Devleti’nde vakıfların hizmet götürmediği ne bir yer, ne de bir sosyal alan kalmıştır.

Vakıf eserlerinin en büyükleri Osmanlı dönemine aittir.  Osmanlılar vakıfları, basit birer “yardımlaşma sandığı” hüviyetinden çıkartarak, bu eserleri iktisadî, sosyal, dinî, kültürel ve siyasî hayatın vazgeçilmez kurumları haline getirmişlerdir.

Osmanlı Devleti’nde başta padişahlar olmak üzere hanedan üyeleri, yüksek dereceli devlet görevlileri çeşitli vesilelerle vakıflar kurmuşlardır. Bu hizmet yarışına devlet adamları ve halk da katılınca, devletin toprakları kısa zamanda vakıf eserleri ile dolmuş; esasen devletin yüklenmesi gereken birçok hizmet uzun yüzyıllar bu vakıflar vasıtasıyla yerine getirilmiştir.

Osmanlı’dan günümüze orijinal olarak ulaşan en eski vakfiye Orhan Gazi’nin kurduğu vakfa aittir. Orhan Gazi, 1324 yılında Mekece’de kendi mülkünden pay ayırarak, Allah rızası için vakfetmiş ve kurduğu vakfına mütevelli olarak azadlı kölesi Tavaşî Şerafeddin’i tayin etmiştir.

İznik’te ilk Osmanlı medresesini kurmuş, onun idaresi için yeterince gelir getirecek gayrimenkul vakfetmiştir. Bu medresede kısa sürede değerli ilim ve devlet adamları yetiştirilmiştir. Orhan Gazi’nin; Adapazarı, Kandıra ve Bursa’da inşa ettirerek vakfettiği cami, medrese, zâviye, imaret, aşevi ve misafirhaneler ilk Osmanlı vakıfları olarak anılmaktadır.

Vakıflar Genel Müdürlüğü web sitesindeki veriye göre; Osmanlı ve Selçuklu Döneminden günümüze intikal etmiş; ancak yöneticisi kalmamış vakıf sayısı 52.000 adettir.

5- Tarihte Kurulan İlginç Vakıf İsimleri

Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından çıkarılan ve web sitesinde yayınlanmış olan “Tarihinde İlginç Vakıflar” isimli kitap yer alan bazı ilginç vakıf isimleri aşağıdaki gibidir.

  • Güzel Yazı Öğreten Vakıf
  • Hastalara İlaç Yapan Vakıf
  • Sokak Hayvanlarına Ekmek Veren Vakıf
  • Sakız Ağacı Diken Vakıf
  • Kızlara Çeyiz Hazırlayan Vakıf
  • Çocukları Sünnet Ettiren Vakıf
  • Sıcakta Sebillere Kar Koyan Vakıf
  • Köleleri Evlendiren Vakıf
  • Fakir Bekarları Evlendiren Vakıf
  • Teravilerde Kaçkar Balından Şerbet Dağıtan Vakıf
  • Helalleşme Vakfı
  • Köye Gelen Misafirleri Ağırlayan Vakıf
  • Meyve Yediren Vakıf
  • Dara Düşenlerin Vergisini Ödeyen Vakıf
  • Leylekleri Koruyan Vakıf
  • Savaşa Giden Gazilere At Veren Vakıf
  • Boğazda Temiz Hava Aldıran Vakıf
  • Mübarek Gecelerde Mahkumlara İkramda Bulunan Vakıf
  • Kurucusu Kayserili Olup Erzurumu Çeşmelerle Donatan Vakıf
  • Yol Güvenliğini sağlayan vakıf

6- Osmanlı Hanedanı Hanımlarının Kurduğu Vakıflar

Osmanlı döneminde kadınların hayırseverliğine sahne olan İstanbul; Hürrem Sultan, Haseki Sultan, Mihrişah Valide Sultan, Şah Sultan, Bezmialem Valide Sultan, Nur Banu Sultan ve diğerlerinin kendi gelirleriyle yaptırdıkları eserlerle kuşatıldı.

Bu eserler, cami, çeşme, su yolu, sebil, mektep, hastane ve imaret gibi vakıf eserleri.

Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi Hürrem Sultan, Osmanlı tarihinde İstanbul ve taşrada en çok imar çalışması yaptıran padişah eşi olarak biliniyor.

Hürrem Sultan’ın yaptırdığı eserler arasında, Haseki Darüşşifası, Çifte Hamam ve Medresesi, Eğrikapı’daki medrese bulunuyor.

Hürrem Sultan’ın Mimar Sinan’a inşa ettirdiği Haseki Hastanesi ve Külliyesi, dünyanın ilk kadın hastanesi.

Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan yaptırdığı hayır eserleriyle en çok tanınan isimlerden.

Mihrimah Sultan, Edirnekapı ve Üsküdar’da iki külliye inşa ettirdi. Edirnekapı’da 1560 yılında Mimar Sinan’a inşa ettirdiği Mihrimah Sultan Külliyesi, cami, medrese, çifte hamam, çarşı, türbe ve sıbyan mektebinden oluşuyordu.

Üsküdar’daki külliyeyi de 1547-1548 yıllarında Mimar Sinan’a yaptırdı. Cami, medrese, sıbyan mektebi, han, imaret ve kervansaray yapılarından oluşan külliye, Üsküdar İskele Meydanı’nda kıyıya çok yakın bir set üzerinde inşa edildi.

Beylerbeyi Sarayı ve Esma Sultan Yalısı gibi yalı ve sarayları da ilk yaptıran Osmanlı kadınları oldu.

Çok zengin saraylı kadınlardan biri olan Hatice Turhan Sultan, günümüzde turizmin cazibe merkezlerinden biri olan Mısır Çarşısı ile Yeni Cami’yi inşa ettirdi.

Kurduğu vakıf ile Mısır Çarşısı’ndan elde edilen gelir, bugünkü İstanbul Üniversitesi’ne bırakıldı. Hatice Turhan Sultan böylece öğretmenlere ödenecek ücretlerden, bakım masraflarına kadar üniversitenin tüm harcamaları için kaynak oluşturdu.

Bezmialem Valide Sultan’ın 1845 yılında yaptırdığı hayır eserlerinden “Gureba-i Müslimin Hastanesi” (Vakıf Gureba Hastanesi) Türkiye’nin ilk modern hastanesi olma özelliği taşıyor.

Bezmialem Valide Sultan, İstanbul’a çeşme, köprü, hastane, mektep gibi kamu yararına çok sayıda hizmet binası yapılmasını sağladığı gibi, Medine-i Münevvere’nin su yollarının yenilenmesini de sağladı.

Bezmialem Valide Sultan ayrıca dönemin salgın hastalıklarından korunmak için Beyoğlu Nisa Hastanesi’ni yaptırdı.

7- Sonuç

Atalarımız, ‘İnsanı Yaşat ki Devlet Yaşasın’ düsturuyla sadece Allah rızası için dünyaya örnek müesseseler oluşturmuşlardır.

Bu anlayışıyla imar ettikleri binlerce vakıf eserini geleceğe taşımayı, toplumumuzda vakıf bilincini geliştirmeyi görev edinmeliyiz.

Ecdadımızdan bizlere miras kalan vakıf eserlerimize sahip çıkmalı, bu köklü geleneğin güçlenmesine ve yaşatılmasına katkıda bulunmalıyız.

 

Kaynak

  • Vakıflar Genel Müdürlüğü web sayfası
  • Bursa Büyükşehir Belediyesi Vakıf Kültürü Müzesi
  • Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayını “Tarihinde İlginç Vakıflar”
  • Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

Hakkında admin

Check Also

“KALP KAZANMA SANATI: (KAMU DİPLOMASİSİ) Abdullah ÇAVUŞ/E.Vergi Müfettişi

 “KALP KAZANMA SANATI: (KAMU DİPLOMASİSİ) Abdullah ÇAVUŞ/E.Vergi Müfettişi Kamu diplomasisi, diğer ülkelerin ihtiyaçlarını, kültürlerini, halklarını …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

×